7 Ocak 2011 Cuma

Bu abluka AKP'ye değil demokratikleşmeye

                                                                         
                                                                              Taraf/ 7 Ocak 2011 Cuma
Kürtler ve Aleviler gibi dezavantajlı ve ezilen kesimlerin adını ağzına almamasını, “sınıfsız, kaynaşmış bir ulus” idealini içeren faşizan halkçılık ilkesiyle gerekçelendiren Kılıçdaroğlu, siyasal iktidarı ülkeyi bölünmenin eşiğine getirmekle suçluyor. CHP’sinin, seçim dönemindeki baskın söyleminin milliyetçilik ve militarizm olacağına dair güçlü sinyaller veriyor.
Çarşamba günü Yıldıray Oğur’un Taraf’ın manşetindeki haberinde anlattığı gibi, MHP ulusalcı dozu en yüksek seviyeye çıkartılmış parti olarak dizayn ediliyor.
Askeri ve sivil bürokrasi de tehlike anında kırılacak camı tuzla buz etti bile.
Darbe rejimin ideolojik aygıtı yüksek yargı, “geciktirme” faaliyetleriyle, sistemin frankeştaynı Hizbullah gibi aktörlerin rol aldığı,  “açılım ve reform sürecinin gizli ajandası” prodüksiyonuna sponsorluk yapıyor.
Diyarbakır’daki PKK’li sanıklar yasadan yaralanmasın diye, yılın son günü bu kişileri hükümlü konumuna getirecek kadar iş kolik olabilen Yargıtay, dün “Hizbullah da dahil acil dosyaları bir saate görüşün” diye yalvaran AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ’a “yorgunuz” diyebiliyor.
İcracı bakanlıklardaki statükocu bürokrasi, AB üyeliği perspektifini baltalamak için, açılması öngörüler fasıllara tırnak atıyor.
Medyanın büyük kısmandan da benzer tamtamlar yükseliyor. Reformist siyasal iktidarı dizginleyecek olası Milliyetçi Cephe (MC) koalisyonlarına lojistik destek faaliyeti yürüten merkez medyanın münevverleri, “Babam kayınpederim” zinde güçlerinin aile bağlarının mukaddesliğinden masuniyet karineleri devşirerek, Türkiye tarihin en önemli davalarından olan Balyoz yargılamalarını etkisizleştirmeye çalışıyorlar.
Cumhuriyet mitingleri yeniden başlıyor.
Ulusalcı abluka adım adım örülüyor…
Siyasal iktidarsa, bu milliyetçi akıntının dümen suyunda, gerici “itidal” söylemin dozunu çoğu zaman kaçırıyor.
Çizdiğim tabloyu çok karamsar bulanlar olduğunu biliyorum.
Ama üzülerek bildirim ki, zamansız zafer naralarının yanı sıra “Aman AKP’li sanmasınlar” paranoyasıyla hakkaniyeti ihlal eden demokratların kamuoyunda yarattığı rehavet beni fazlasıyla kaygılandırıyor.
Eğer vesayet rejimi, zincirlerini kırıp fiilen yan yana gelebilmiş bir avuç demokratın, bir gazetenin ve mehteran adımlarıyla da olsa “ilerleyen” bir siyasal iktidarın hepi topu birkaç yıldır süren faaliyetleriyle bir anda yıkılıverecek olsaydı, bunca yıldır sürer miydi sizce? Bunca cana, mala mal olur muydu?
Prestiji sarsılsa da, bazı mevzileri kaybetse de, statüko hâlâ güçlü ve aktif. Demokrasi cephesinden aldığı darbelerin acısını çıkartacağı rövanşsa bir seçim sonrası kadar yakın.
Bu noktada, geniş bir kitleye sahip olmasa da, kamuoyu yaratmada ve gündem belirlemede etkisi muazzam sol ve demokrat kesimlere büyük görev düşüyor.
Bırakın, ülkenin içinde bulunduğu dönüşüm sürecindeki tarafları eşitleyip, yaşanan mücadeleyi “düzen içi iktidar mücadelesine” indirgeyen konformistlerin sıçratacakları çamurdan kaygılanmayı.
Oturup, biz Kürtleri, emekçileri, demokrat dindarları, solcuları, Alevileri, yoksulları hiç mi hiç ilgilendirmediği iddia edilen kavganın, ülkeyi üç beş yıl öncesine kıyasla özgürlük katına kaç basmak yaklaştırdığını hesaplayın.
Evet, kuşkusuz yetmez ama hayır diyebilecek kadar hürriyet zengini miyiz bizler?
Daha dün bizlerin de talebi olan demokratikleşme adımlarının hakkını, AKP’ye yarar diye vermekte ürkek davranırken, bu ağırkanlı tavrımızın reform sürecinin köküne kibrit suyu dökmek için ısıtılmaya çalışılan ittifakların değirmenine ne kadar su taşıdığını da hesaplamamız gerekemez mi?
Hesap kitap zamanıdır.
AKP eylemci fobisinden artık kurtulmalı
Ne olurdu dün öğrencilere ODTÜ kapsından AKP Genel Merkezi önüne kadar yürüyecekleri bir güzergâh gösterilseydi ve onlar da basın açıklamalarını yapsalardı? Adam mı ölürdü? Aleyhinde birkaç slogan duyan Başbakan ya da AKP yöneticileri erirler miydi?
Başbakan ve kurmayları, dünyanın her yerinde siyasilerin müsamaha gösterdiği öğrenci eylemleri karşısında tahammüllü olmayı öğrenmeliler. Polisi gazıyla, copuyla, panzeriyle çocukların karşısına dikip efelendikçe, sağdan soldan ulusalcı faşistin ve onlara ilişik medyanın  “sivil dikta” zırvalıklarına malzeme verdiklerini artık anlamlılar.
Öğrencilerin “arkaik” söylemlere sahip oldukları ve “yönlendirildikleri” şeklindeki argümanlarla, eylemcilerin anayasal haklarından mahrum bırakılmaları gerektiğini savunabilen kesimler de “hırsızın hiç mi suçu yok” mantığından muzdaripler bence.
Velev ki öyle olsun, söyler misiniz bu neyi değiştirir?
Kendi mağduriyetlerimiz söz konusu olduğunda karşı çıktığımız ceberut rejimin eseri polis devletini, ideolojik olarak farklı düştüğümüz kesimler söz konusu olduğunda göreve çağırmak iki yüzlülüktür.