22 Aralık 2010 Çarşamba

“İstikamet 27 Mayıs”a “yetmez ama evet” diyen sol

Ülkede siyasal iktidara daha fazla özgürlük zeminde muhalefet edecek bir sol arzusunda olan demokratların CHP’ye yönelik eleştirilerinin, “AKP’ye gösterdikleri müsamahayı CHP’den esirgiyorlar” diye mahkûm edilmesini anlamak mümkün değil.

Sık sık duyduğumuz bu yaklaşımı en son dillendiren Radikal’den Özgür Mumcu, dünkü yazısında şöyle diyor:

“…AKP’yi bugün demokratikleştirici bir güç, Türkiye’nin en demokrat partisi olarak kabul eden çok kişi var. Aynı kişilerin bugün CHP’yi genleri bozuk, ne yapsa olmaz diye eleştirmesi ya çok ciddi bir çifte standardın ya da onulmaz bir düşmanca körlüğün göstergesi. 
Bu cumartesi belirlenen yeni ‘parti meclisi’nde kimi isimlere bakınca, başkalarından esirgenmeyen ‘yetmez ama evet’in CHP’den esirgenmesi pek akla yatmıyor.

Mumcu’nun yaklaşımı, tıpkı bir dönem benim de gözlerimi kör eden “Ne darbe ne şeriat” mantığında olduğu gibi, Yasemin Çongar’ın tabiriyle, sol cenahta yaygın olan ‘simetri hastalığı’nın müzminleşmesinin en somut ifadesi.

Solcuların, Mumcu’nun yazısında söylediği gibi, köklerinde muhafazakâr-dini refleksler olan bir geleneğin bugün demokratikleşme açılımları gibi konularda attığı ileri adımlara verdikleri şartlı desteği, hâlâ ısrarla kendisini “solda” tanımlayan ve bu merkezi konumuyla sol muhalefeti bloke eden, Sosyalist Enternasyonal üyesi bir partinin “geriye doğru emeklemesi” karşında da beklemek siyaseten körlük değil midir?

Entelektüel seviyesinden şüphe etmediğim okurlarımız kusura bakmasınlar ama söz konusu tartışmanın vardığı içler acısı boyut beni şu basit somutlamayı yapmaya mecbur ediyor.

Şöyle düşünün, evrensel kriterler açısından ülkenin sol partileri mesela EDP ya da DSİP, bugün karşımıza çıkıp “Türbanlı öğrencilerin eğitim hakkı engellenemez” dese, biz solcular kalkıp kendilerine “yetmez ama evet” mi deriz, yoksa “Günaydın! Uyanın da balığa mı gidelim” mi?

Aynı mantıkla AKP tabanı ile ortak kümesi oldukça geniş olan MHP “Kürt sorununda siyasi çözüm arayışları öne çıkartılmalıdır” dese, “Niye federasyon tartışmasına destek vermiyorsunuz mu deriz yoksa “Yetmez ama evet” mi?

Hülasa “Yetmez ama evet kampanyasının sıkı bir destekçisi ve ilk imzacılarından olarak, AKP’yi özgürlükçü solda yer alan devrimci parti olarak değil, küresel konjonktürün Türkiye’ye dayattığı çözümü fark edip buna uyguna davranmaya gayret eden “ürkek” bir reformist iktidar partisi olarak görüyorum. Dolaysıyla attıkları her ileri adım beni şaşırttığı kadar mutlu da ediyor ve saçma sapan umacılara aldırmaksızın halkın “çıkarına” uygun oldukları için destekliyorum.

Tartışmanın bu temel mantıki veçhesinin ötesinde bir de Mumcu’nun yazısında yer verdiği “CHP’nin uzun süredir baskılanan sol kanadının partide yeniden güç kazanmaya başladığı görülüyor” tespitinin ne kadar gerçeği yansıttığı boyutu var elbette.

Partide güç kazanmaya başlayan o sol kanadın kimlerden oluştuğunu bilmiyorum, Allah için iyi de saklıyorlar bu solcuları. Ama CHP’nin cumartesi günkü kurultayında salona “Mustafa kemal’in askerleriyiz” sloganları attıran, Haberal’ın, Kanadoğlu’nun ya da ADD Başkanı Tansel Çölaşan’ın ismini dakikalarca alkışlattıran yeni yönetim kastediliyor olmalı.

Kurultayından bir önce “muhtıra” yemiş bir ülkenin “sosyal demokrat” olma iddiasındaki bir partisinin genel başkanı, konuşmasında bu konuya değinmiyorsa, üstüne üstlük Ergenekon sanıklarına bir de değil iki kez selam çakıyorsa ve ben de kendilerine “yetmez ama evet” diyorsam, solculuğuma kırk şahit gerekmez mi dostlar?

Elbette, bugüne kadar ki demokrasi mücadelesine verdiği katkıları her zaman takdir ettiğim Sezgin Tanrıkulu gibi isimlerin her partide yer alması beni ancak mutlu edebilir. Ancak daha Pazar günü Bitlis’te yaptığı konuşmada, adeta nazire yaparcasına “Kürt” diyen, “Kürt halkı” diyen o “sağcı” Başbakan kadar bile olamayıp, kurultay konuşmasında bir kez olsun “Kürt” diyemeyen Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, parti içerisinde çok kısa bir sürede “yalnız ve bir başına” bırakılacağı sır olmayan Tanrıkulu sayesinde mi yüzünü sola dönecek?

KCK davasında sanıkların Kürtçe savunma talebini bile hazmedemeyen ve partinin politikalarında etkinliği sır olmayan Genel Sekretere Süheyl Batum’u ve daha nicelerini nereye koyacağız mesela?

Kimse 2010 yılında bu ülkenin solcularından, sosyalistlerinden, demokratlarından, hâlâ hâlâ kurultaylarında köy enstitülerinden gelen mesajları alkışlattıranlara, söylemleriyle akla 27 Mayıs’ın o korporatist “gençliğin enerjisi, kadının yeniliği, ulusun azmi” türünden yaklaşımlarını getirenlerin kalkınma ve değişim vaatlerine “yetmez ama evet” demesini beklemesin.

Hayvan terli.